Yazar: Irmak Tercaner
Ağlama Anne, tanıtımlarını ekranda gördüğüm ilk andan beri ilgi alanıma girmeyi başarmıştı. Gerek kanımı donduran ilk tanıtımı gerekse de güçlü oyuncu kadrosuyla birlikte merakım iyice körüklenmiş ve diziye bir göz atma kararı almıştım. Dün, ikinci bölümünü izlediğim Ağlama Anne için şunu içtenlikle söyleyebilirim ki ekran yolculuğunda kendini taşıyabileceği son noktaya kadar vazgeçmeden izleyeceğim projelerden birisi olmuş.
Dizi, odak noktasına on sekiz yaşında genç bir kızı bunun tam merkezine de o kızı doğuran ve büyüten iki kardeşin hikâyesini yerleştirmişti. İlk bölüm, on sekiz yıl önce kendi hatası sonucu kaybettiği kızını sıfırdan kazanmak isteyen bir annenin ve o kıza sahip çıkan, ona anne sevgisini veren bir teyzenin hikâyesini izledik. İlk bölüm, başından sonuna kadar su gibi aktı ve akarken de yanında birçok olayı alıp götürdü. Alev’in hapisten çıkmasıyla beraber kızının peşine düşmesi, iki kız kardeşin hesaplaşması ve Zeynep’in babasının da olaya vakıf olmasıyla birlikte hızlı geçen bir başlangıç izlediğimizi söylemek yanlış değil. Bölümün finali Adnan’ın Damla’nın kapısına dayanması ve ana – kızın ilk karşılaşmasıyla son buldu. Koskoca bir haftayı Zeynep ve Alev karşılaşmasının nasıl olacağını düşünerek geçirdim ve beklediğimi de fazlasıyla buldum.
Zeynep’in karşısında eli ayağı titreyen, gözünü bir an bile olsa ondan ayırmayan bir Alev vardı. Evet, gözünü ondan ayırmıyordu çünkü onu hiç tanımıyordu ve tanımak için ilk kez bir şansı vardı. Bu sebeple Zeynep’in her bir mimiğini inceliyor, her sözüne dikkat kesiliyor ve her bakışını gözlerini ayırmadan izliyordu. Ne zor değil mi doğurduğun, aylarca karnında taşıdığın kızına el olmak? Onunla ilk kez on sekiz yıl sonra karşılaşmak ve onun hayatıyla, karakteri ve kişiliği ile ilgili hiçbir şey bilmemek. Oysa söyleyeceği o kadar çok şey vardı ki Alev’in. Belki de Zeynep’e onun kendi kızı olduğunu haykıracak ve pişmanlıklarını dile getirecekti ama bunu yapamadı. Neden mi? Onu tanımaya açtı da ondan. Fırsatını yakalamış olduğu bu ilk buluşmada onunla ilgili bir şeyler öğrenmek istiyordu ve bu istek o kadar baskındı ki kızına gerçekleri anlatmak için gittiği hâlde bütün vakti onu tanımak için geçirdi. O an Alev’in yerinde olmayı ister miydim, bilemedim şimdi. Henüz Zeynep’i çok kısa bir süredir tanıyan Mert’in bile tespitlerini büyük bir dikkatle dinledi, dinlemek zorundaydı çünkü Mert’in Zeynep hakkında Alev’in sahip olduğundan çok daha fazla bilgiye sahip olduğu aşikârdı. Alev, Mert’in ‘’Sen biraz yabani ve zor bir kızsın.’’ tespitinde şüphesiz ki kendinden bir şeyler buldu. İlk bölümden beri bize sürekli Alev’in sert kişiliğinden ve yabaniliğinden bahsedildi. İşte bu noktada Alev, kızında kendinde de bolca mevcut olan zorluğu, asiliği ve yabaniliği gördü ve onu tek bir şey çok mutlu etti: Kendinden bir şeyler bulmak.
Benim bir yanım Alev’e çok kızıyor, diğer yanım onu bağrıma basmak istiyor. Alev, hatalar yapmış bir karakter. Her ne olursa olsun kızını ölüme terk etmesi, ilk andan beri kolay affedebildiğim bir eylem olmadı. Yine de bir yere kadar onu gerçekten anladım. Evet, yaşadıkları gencecik bir kızın kaldırabileceğinden çok daha fazlaydı. Evet, çok küçük bir yaşta çok büyük bir sorumluğun altında ezilivermişti. Evet, belki de bu kadar ciddi bir aile baskısının olduğu yerde herkes hatalar yapabilirdi ama bebeğini ölüme teslim etmek bu zor, çok zordu. Yaşadığı çaresizlik ve cinnet anı o kadar baskınmış ki demek, bunu bile göze alabildi. İşte, bu noktada hem ona kızıyor hem kıyamıyorum.
Kızına olan sevgisine ve yaptıklarına duyduğu pişmanlığa sonuna kadar kefilim ama gel gelelim bir de işin Damla boyutu var.Ablasının tamamen gözden çıkardığı bir çocuğa anne sevgisini veren, onu her daim koruyan ve kollayan bir Damla. Hangisi daha kıymetli? Doğurmak mı büyütmek mi? Buna cevabım kesinlikle ikisi de olacaktır. Nasıl ki bir çocuğu büyütmek için önce onun doğmasına ihtiyacınız varsa bir çocuğun doğmasının da anlamı ancak o büyüdüğünde ortaya çıkar. Tam da bundan ötürü benim gözümde Zeynep’in iki gerçek annesi var: Alev ve Damla.
Eğer Alev olmasaydı, karnında o çocuğu dokuz ay taşımasaydı bugün uğruna savaş verdiğin bir kızın olur muydu, Damla? Peki ya, hapiste kaldığın on sekiz yıl boyunca vazgeçtiğin kızına Damla bakmasa bugün o kızın hâli ne olurdu, Alev? İsteseniz de istemeseniz de siz, birbirinizi tamamlayan iki yapı taşısınız. Uğruna verdiğiniz savaş Zeynep’i ötekinden koparmak için değil de ona mutlu bir hayat sağlamak için olmalıydı, olmalı çünkü siz siyah gölgelerin arasında aynı yolun yolcususunuz. Onu bu kadar sevdiğiniz bir noktada pusulanız yalnızca Zeynep’in mutluluğunu göstermeli.
Zira o büyük sevginiz, gerçekleri öğrendikten sonra Zeynep’e zaten çok ağır gelecek. Siz, iki anne, kızınızı çok sevseniz de o sevginizin getirileri yüzünden Zeynep zaten ağır bedeller ödeyecek o yüzden onu bir taraftan öbür tarafa sürüklemeyin, gözünüzü seveyim!Bana kalırsa ikisinin de bir an önce çatışmayı bırakıp ortak bir paydada Zeynep’e zarar vermeyecek bir çözüm yolunu bulması şart. Madem tek derdiniz Zeynep ve ikiniz de onu her şeyden çok seviyorsunuz o zaman uzlaşmak neden bu kadar zor?
Tabii ki dizilerin besleyici damarları karakterler arasındaki çatışmalardır ve gördüğüm kadarıyla bu çatışma da daha uzun bir süre devam edecek. Yine de ortak bir yol bulmanızı sabırsızlıkla bekleyeceğim. Tabii bu ortak yol, kızını anne bildiği kadından kaçırıp başka yerlere götürmek olmamalı değil mi Alev? Dün bölümü izlerken zaman zaman Alev’e çok kızdım. Sevgi böyle bir şey mi gerçekten? Sevgimiz, bizleri bir gün bu kadar bencil yapabilir mi? Bundan on sekiz yıl önce Damla, Zeynep’i nüfusuna aldığı zaman yanına gelmemiş miydi? Kızını merak etmemeni, teyzesi olarak ona sahip çıkacağını, sen ve o beraber her şeyi halledeceğinizi söylememiş miydi? O zaman neden kabul etmemiştin? Belki kabul etsen bugün Zeynep, seni annesi bilecekti. Kızını ölüme bıraktığın zaman zaten hataların en büyüğünü yapmıştın bir de üstüne neden bu hatayı yaptın ki? Neden o zaman Damla’ya sert çıkmak yerine kızını sana getirdiği için teşekkür edip onunla uzlaşmadın? Neden bugün kızını çok sevmene rağmen onun hayatını allak bullak edecek o gerçeği söylemek için bu kadar ısrarcısın?
Her şeyden önemlisi yıllarca kızına annelik etmiş kardeşine ‘’Ben geldim artık sana gerek yok.’’ yaklaşımı neden? Bu bir nebze de olsa bencillik değildir de nedir? Tıpkı Damla’nın da, Zeynep’in gerçekleri öğrenmesini istememesi gibi.
Bütün yazı boyunca o kızdığım bencillik var ya, aslında tamamen geçmişinin uzantısı. Alev, Zeynep’e gerçekleri hemen söylemek istiyor çünkü o gerçekleri rüyalarında sayıklayarak tam on sekiz yıl geçirmiş bir kadın, o. Gazete kupürlerine ‘’cani anne’’ olarak lanse edilen ama gerçekte ne yaşadığı hiç bilinmeyen bir genç kız. Korktuğu, cinnet geçirdiği ve ani bir kararla gerçekleştirdiği bir eylemin yükünü ömür boyu omzunda taşımış ve taşıyacak bir anne. Bu yüzden de böyle bir anneye ne kadar kızarsam kızayım, hep kredim var. Okulda Alev’in, Damla ve Zeynep’in birbirlerine sarılışlarını gördüğü sahne de tüylerim diken diken oldu. Alev, o sarılışa uzaktan da olsa öyle bir baktı ki… İşte, o an anladım kızına duyduğu özlemi. Hiç sarılamadığı, hiç sahip olamadığı kızına o an Damla’nın yerinde olup sarılabilmek için nelerini verebileceğini gördüm. O bakışta hem özlemi, hem acıyı hem ukteyi hem de kızına duyduğu sevginin büyüklüğünü fark ettim.
Bu noktada tek bir bakışı ile sahneyi alıp götüren Birce Akalay’ı da tebrik ediyor ve farklı bir rotaya geçiyorum. Bölüm finali, Adnan Alan’ın gerçekleri öğrenmesi ile son buldu. Şüphesiz ki bu durumda Zeynep, Kıbrıs’a gidemeyecek ve olaylar burada gelişip devam edecek.
Sırası gelmişken ben, Adnan ve Zeynep ilişkisini çok merak ediyordum çünkü daha ilk bölümden Adnan’ın babalığına tam puan vermiştim. Alya’ya sevgisini gördüğümde aklıma ilk gelen şey ilerde Adnan’ın Zeynep ile nasıl bir ilişkisi olacağıydı ki sorumun cevabını aldım. Bizi ilerde harika bir baba- kız ilişkisi bekliyor, haberiniz olsun.
İşte, bir hafta geçti gitti böylece. Aklımda deli sorular, ruhumda derin bir ikilemle bekliyorum yeni fragmanı. Herkesin emeğine sağlık!