YAZAR: Tuğçe YELİZ
Mevlana çok sevdiğim bir sözünde ”Her dil gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.” der. Kerem ve Ayşe hâlâ birbirlerinden kaçıyor olasalar da gönül son sözü söyledi bir kere. Duygularının kalplerindeki bir sır gibi gizli olduğunu sansalar da bu kaçamak hâller kendilerini kandırmaktan öteye gidemiyor artık. Öyle ki hâkimi bile birbirlerini sevmediklerine ikna edemediler. Hoş, birbirlerine karşı takındıkları sözüm ona “çocuksu” tavırları gören kimse inanmaz zaten “sevmiyorum” yalanına.
Boşanma meselesi Kerem için de Ayşe içinde gönüllerine çekmeye çalıştıkları perdeyi aralayan unsur oldu. Her ikisi de artık duygularının farkında ve bunu inkâr etmek yerine iyi iki çift söz duyabilmek için birbirlerinin gözünün içine baktıklarını kabullenmiş durumdalar.
Hayatı boyunca ailesinin dağılması korkusuyla büyümüş Kerem’e baktığım zaman her ne kadar “sahte” olduğunu iddia ediyor da olsa kendi evliliğinin de bitiş noktasında olduğuna bir hayli üzüldüğünü görüyorum. Kerem, eğer bu yolun başındaki o umursamaz, çapkın adam olsaydı bu boşanma ona üzüntüden çok mutluluk kaynağı olurdu, hiç şüphesiz. Ayşe, ona korkularının ötesinde bir güven ve bağlılık duygusu tattırdı. Hâl böyle olunca Kerem’i, Kerem yapan asıl duygular bir bir çıkmaya başladı ortaya.
Kerem, hislerini kendi içinde yaşayan, korkularının ortaya çıkmasını zayıflık olarak gören bir adam. Belki de hayatında ilk defa ona bu kadar destek çıkan, onu bu kadar iyi anlayan ve yanında sapasağlam durduğunu hissettiği birini barındırıyor ve bu sayede Ayşe’nin yanında tüm duyguları şeffaflaşıyor. Onun Ayşe’nin yanında duvarlarının yıkılmasını çok seviyorum ama bu durumdaki tek payın Ayşe’ye ait olduğunu söylemek doğru olmaz tabii.
Kerem’in sürekli şikâyet ettiği o mahalle ortamını ve Ayşe’nin ailesini gerçekten sevdiğini kendi ağzından duyduk bu bölüm. Çocukluğunu korku içinde geçirmiş bir insan için aile sıcaklığının ne kadar önemli olduğunu herkes az çok tahmin edebilir sanırım. Kerem, Ayşe’nin ailesi sayesinde gerçekten koşulsuz sevmenin, sevilmenin, samimiyetin ne demek olduğunu gördü, tanıdı. Bambaşka bir dünyada içinde bastırdığı duygularla tanıştı ve en önemlisi “Ben aşk adamı değilim.” derken “âşık Kerem” oluverdi.
İçine kapanık ve bastırılmış duygulara sahip olan insanlar kırılmaktan kaçtıklarından dolayı ve dışarıya cesur, umursamaz görünmek için olduklarının tam tersi bir kişiliğe bürünmeye çabalarlar. Ben Kerem’de tam olarak bu durumu görüyorum, daha doğrusu görüyordum. Artık o da yavaş yavaş kendini bulmaya başladı.
Şarkıda da dediği gibi
“Olur ya, gel birer çocuk olalım/o günden başlayalım. gözlerimiz buluşsun./İlk kez bakışalım…” Kerem ve Ayşe’nin kaderi taa küçüklüklerinden belliymiş. Belki de ikisinin de en masum zamanlarda birleşmiş, kalpleri. Bilirsiniz çocukluk aşkları yaşam boyunca unutulmaz. Hemen herkesin çocukken âşık olduğu birileri vardır. Bu, kendi yaşıtı olabileceği gibi kendinden yaşça büyük biri de olabilir. Çocuk gözünde yaş değil, sevgi önemlidir çünkü o yaşlarda sevgi çok yalın ve amaçsızdır. Sadece çok sevildiği için âşık olunur. Bu nedenle âşık olunan kişinin yaşı ve konumu pek önemli değildir. Zaten bu değil midir çocukluk aşkını masum ve unutulmaz kılan? Ayşe’nin gönlünü ilk olarak ufak bir buse ve kağıttan bir kuğu fethetmiş ama gelin görün ki şans, gülmek yerine kahkaha atmış. Eminim bir çoğumuz ilk aşkımızla evlenmek ya da ilk ve son aşkımızın aynı kişi olmasını isteriz. Ayşeciğim tamam şanslısın ama durumu bu kadar zorlamasak mı artık? Bak sarhoşken nasıl güzelsin. Keşke hep öyle kalsan.
Bu aşkın en güzel yanı hiç şüphesiz “masumiyeti.” Kerem Ayşe’nin, Ayşe de Kerem’in yanında öyle güzel duruyor ki bir izleyen olarak bu durum beni çok içine çekiyor. Birbirlerini kırmaktan korkan, üzülünce yelkenleri suya indiren, alttan almasını bilen ve en önemlisi her ne kadar birbirinden kaçsa da birbirlerini kaybetmekten deli gibi korkan bir çift benim nazarımda “Seni seviyorum”u sözcüklerle demese de olur.
“O sana kıyarım dedi, ben kıymam!” bu sözler, Ayşe’nin duygularını ortaya seren en güzel cümle sanırım. Ceyda’nın hastalıklı tavırlarına karşılık kendisinin üzülmesi pahasına Kerem zarar görmesin diye kenara çekilen Ayşe, sen bu aşkın en fedakârı olabilirsin.Her zaman savunduğum gibi aşk mutsuz etmez. Birine âşık olmak demek onun mutluluğu için çabalamak, onu kendinden öne koymak demektir. Bencilce hareketlerle onu bir şeylere mecbur tutmak, hastalıklı bir sevgiden ötesi değil ne yazık ki. Kerem, Ayşe’nin o imzayı neden attığını bilmediği, hatta bunun için ona kırgın olduğu hâlde bu kadar Ayşeyi düşünüyor, onu önemsiyorsa gerçekleri öğrendiği anda Ceyda’ya yapacaklarını tahmin dahi edemiyorum ve bu durumun çok fazla uzamasını istemiyorum. Ben, on yedi hafta sonunda coşkulu bir aşk itirafı görmek istiyorum artık. Hayal dünyası bu kadar geniş olan bir çiftten çok görkemli bir itiraf görmeyi beklediğimi de söylemeden yapamayacağım.Kerem, Ayşe’nin çocukluk aşkı olduğunu biliyordu bilmesine ama artık Ayşe de evlendiği adamın ilk aşkı olduğunu anladı. Kartlar açıldı, sırlar ortaya çıktı. Ben bölüm sonunda Ayşe’nin gözlerinde o mutluluk ifadesini çok net gördüm. Onların hayattan alacakları yarım kalmış bir öyküleri var ve kader onları yeniden aynı hikâyede buluşturdu. Kuğunun Kerem’e ait olduğunu öğrenen Ayşe’nin artık kaçmak yerine duygularının daha çok üstüne gideceğini ve yarım kalmış hikâyelerini tamamlamak adına ilk adımları somut olarak en kısa sürede atacağını umuyor, gelecek haftayı merakla bekliyorum.Cümlelerime yavaş yavaş son verirken bir kaç haftadır aksayan yazılarım için yorumlarımı bekleyenlerden çok özür dilerim. Ufak bir rahatsızlık ve operasyon sonucunda bir müddet ara vermek zorunda kalmıştım ama haftaya kaldığımız yerden devam.
Yazan, çeken, oynayan, emek veren herkesin emeklerine sağlık. Haftaya önce TV başında cuma günleri de @dizifilm.biz adresinde buluşmak dileğiyle. Sevgilerimle…