Site icon Dizifilm BiZ

ADI EFSANE 9. BÖLÜM

Geçen haftanın finalinde belli olmuştu bu hafta çarşı pazarın fena karışacağı. Hakan’ın iç savaşı bir yandan, Melis’in olup biteni hiçbir yere oturtamaması bir yandan, Bahar’la Tarık’ın başlamak üzere olan ilişkileri bir yandan bütün düğümler sımsıkı atılmış; bu bölümü bekliyordu.

Benim beklemediğimse tüm bunların üstüne Sibel’in yarattığı kriz ve bunun genç tayfayı fena vurması oldu. Sibel’in “Hakan tutkusu” ( aşk diyemiyorum, bana göre elde edemediğine duyduğu hırs ve tutku) gençlerin arasını açacaktı ve başarılı da oldu.

Bu sürprizle bölümü konuşmaya başlayayım istedim, ben de. Sibel, baştan beri sorun çıkaracağının ipuçlarını verip duruyordu gerçi ama ben bu kadar çabuk kendini açık edeceğini düşünmemiştim. Melis ve Hakan ilişkisi başladıktan sonra, bunu hazmedemez ve patlar diye düşünmüştüm. Kafamdaki akışı bozdu, bozmasına da yine de iyi oldu, böylesi.

Sibel, Hakan’a 7 yaşından beri âşık olduğunu iddia etse de hissettiğini doğru adlandıramadığını düşünüyorum ben. O; derinliği olan, iç dünyası zengin bir kız değil. Aşk ona iki beden büyük. Hakan’ın karizmasından etkilenmiş ve kendini âşık sanıyor diye düşünüyorum. Aksi takdirde Fikret’le birlikte olmaya ne olursa olsun yanaşmazdı.

Dönüp yaşananlara bakınca Hakan’ın da en az Fikret kadar bu hikâyenin kurbanı olduğunu görüyorum. Sibel’in bitmek tükenmek bilmeyen kaprislerini sırf sevdası uğruna hep tolere eden Fikret, ne kadar hak etmediyse şu anki konumunu; baştan beri Sibel’e tavrı belli olan, yanlış yapmayan ve hiç ümit vermeyen Hakan da hiç hak etmemişti.

Hakan, aslında hatası olmadığı hâlde dizinin sürekli bedel ödeyeni… Dünyaya hep duvarlarının gerisinden baksa da kendini korumaya alıp yüzünde maskeyle dolaşsa da kendi küçük dünyasında kalıp oradan dışarı çıkmamak için uğraşsa da bir şekilde en ağır kararları almak, en zor köprülerden geçmek hep onun payına düşüyor. Güçlü olduğu için mi başına geliyor tüm bunlar yoksa bu yüzden mi güçlü? İşte orası muamma…

Melis’in, Hakan’ın “Parayı aldım, seni sattım.” itirafına karşın, olayın üstüne gitmesine bayıldım. İç sesine güvenip Hakan’ın bunu yapmayacağına inancı çok içten ve çok doğru geldi bana. Hakan’ın “Sana bakmaya dayanamıyorum” deyişini de doğru algılayıp pes etmemesi çok isabetliydi. Bazen insan kendi gibi olanı gördüğü yerde tanır ve ona inanmamak kendini de inkâr etmektir. Melis’in yaşadığı tam da bu… Hakan’da onu çeken, aynı yaraları taşımaları olmuştu ve her akıllı insan gibi o yaraları taşıyan bir adamın ne yapıp ne yapmayacağını da çok doğru değerlendirdi. Seçil’in artık baskı noktasına varan onu Kıvanç’a yönlendirme çabaları ve Kıvanç’ın vazgeçmeyişi bile Melis’i yolundan döndürmedi. Bunun karşılığını da tanıtımdan gördüğüm kadarıyla kısa sürede alacak gibi görünüyor.

Melis & Hakan birlikteliği Melis’e iyi geldiği gibi Hakan’ı da ayağa kaldıracak diye umuyorum. Bugüne kadar girdiği tüm sınavların ödülü Melis olmalı, onun için de. Tamam, zor bir ilişki onlarınki; tamam, engeli çok; tamam, dış müdahalelere de fazlasıyla açık ama yine de doğru bir birliktelik. Yine de her ikisini de suyun yüzünde tutacak olan, birlikte olmaları olacak. Bu kadar doğru başlayan ve bu kadar güçlü temeli olan bir beraberlik, sudan olaylarla sınanmaz, inşallah.

Seçil’in Tarık’a tavrını anladığımı düşünmüştüm ama bu hafta gördüm ki o da Sibel’in başka versiyonu. “Tarık herkes için bir şey yapıyor; bir tek benim için yapmıyor.” cümlesini sarf ettiğinde “Niye yapsın, Seçil?” diye sordum, kendi kendime. “Tarık, niye senin için bir şey yapsın?” Tarık’a seni dünyasına almasını sağlayacak ne yaptın? Tarık’ın senin için fedakârlık etmesini gerektirecek hangi adımı attın? Baştan beri, kendisi yerine ablasını seçmesinin kiniyle Tarık’ı yalnız bırakan; çukura saplansın, elindeki her şeyi kaybetsin diye çabalayan Seçil değil mi? Peki, bütün bunlara karşılık nasıl böyle bir beklentiye girebiliyor ki? Hele “Senin mutsuz olmanı istiyorum. “cümlesini sarf ettiğinde benim Seçil’in aşkına olan bütün inancım yerle bir oldu. Bunun adı aşk değil, bunun adı hırs… Sibel’in kendi duyguları yüzünden Hakan ve Fikret’in dostluğunu harcamasıyla Seçil’in o cümlesi arasında fark yok gözümde. Onun Bahar’ı kıskanmasını anlayabilirim, Tarık ve Bahar birlikte olmasınlar diye çevirdiği dümenleri de görmezden gelebilirim ama “Senin mutsuz olmanı istiyorum!” dediği an benim için biter. Aşk öyle bir şey değil… Bunun adı Tarık’ın da söylediği gibi KÖTÜLÜK. ( Tarık’ın “Bunun adı kötülük ve kötülüğün hiçbir mazereti olmaz.” repliğine de bayıldığımı hemen belirteyim. ) Bu noktadan sonra Seçil, benim artık mutlu olmasını istediğim değil aksine tökezlemesini beklediğim karakter olacaktır.

Bahar & Tarık ilişkisinin çok kolay ve çabuk geliştiğini düşünmüştüm geçen hafta. Bu bölüm anladık ki çok çabuk olamayacak. Kevser Hanım, annelik kozunu tam da yerinde oynadı ve Bahar’ı da sadece bu durdurabilirdi. Bence çok da iyi oldu. İlk günden beri Bahar bana son derece sıradan, son derece formal geliyor ve onun Tarık’a bir şey katacağına inanamıyorum. O ilişki bana sağlam ve gerçek gelmiyor. Bahar, Tarık’ın rengine, deliliğine, derinliğine âşık olur da Tarık niye Bahar’ı seçer, onda ne bulur? İşte bir türlü cevaplayamadığım soru bu. Uzaktan bakınca Tarık’ın Bahar’da etkilenebileceği hiçbir şey yok. Üstüne üstlük kuralcılığı onun gibi bir adamın hayatını kolaylaştırmaz, monotonlaştırır. Bütün bunları düşününce Kevser Hanım’ı yürekten alkışlıyorum. Engelleyebildiği kadar engellesin, bu ilişkiyi, sonuna kadar da arkasındayım.

Kevser’in kızıyla ilgili endişesini sonuna kadar anladım ve Bahar’ın geçmişini öğrenince bütün acıları kızıyla birlikte ondan beş beter yaşayan annenin, tepkisini çok gerçekçi buldum. Benim Adı Efsane senaryosunda en sevdiğim yerlerden biri kahraman ve anti kahramanın birbirine hep denk güçte olmaları. Böylelikle çok doğru çatışmalar doğuyor ve kahramanı benimsediğim gibi karşısındaki güçle de empati yapabiliyorum. Kevser’in Tarık’la, özellikle, ikinci konuşması; Bahar ve Seçil diyalogları bu anlamda bana çok gerçekçi ve çok güçlü geliyor. Tarık’ın cümlelerini çok akıllıca karşı hamlelerle karşılayan Kevser’e de Seçil’le yaptığı konuşmada konuyu çok doğru ortaya koyan Bahar’a da bayıldım.

Öykünün gençler kanadındaki bağlantıları da çok isabetli buldum. Sibel’in Hakan’a aşk itirafı, bir şekilde diğerleri tarafından öğrenilmeliydi, bunu için Sadık’ın kullanılması çok güzel oldu. Sadık, grubun en yumuşak başlı görünen ama bir o kadar da kuralcı ve düz adamı. Böyle bir şok onun içindeki dengelerini sarsmak adına da idealdi. Çok akıllıca birleştirilmiş bir örgüyle ve çok başarılı oyunculuklarla izledik o sekansı. Geçmiş bölümlerden gelen deneyimle Cem Yiğit Üzümoğlu’nun çok etkileyici bir oyunculuk sergileyeceğini biliyordum ama Hakan Ummak’ı bu kadar yoğun sahnelerde ilk defa izledim ve gerçekten çok başarılı bir performans çıkardı. Kaan Sevi ve Baran Bölükbaşı için de aynı şeyi söylemek mümkün. Baran Bölükbaşı için bu bölüm ipuçları geldi asıl vurucu sahneler ilerleyen bölümlerde olacak gibi hissediyorum.

 

Adı Efsane oyuncu kadrosunda beni asıl etkileyen genç oyuncular. Erdal Beşikçioğlu, Gökçe Bahadır ya da Rojda Demirer oyunculukları şaşırtmaz beni. Defalarca defalarca çok kusursuz canlandırmalarını izledik çünkü; ne yapar, nasıl yapar tahmin etmek güç değil. ( Bu yine de izlediğimde hayran olmayacağım anlamına gelmiyor elbette) Ama sayıca bu kadar fazla genç oyuncuyu, büyük ustaların yanına yerleştirmek cidden cesaret işi. Bu cesaretin sonucu, asıl beni şaşırtan… Cem Yiğit Üzümoğlu, Baran Bölükbaşı, Almila Ada, Hakan Ummak, Kaan Sevi, Emre Bey, Dilhan Aras ve Leya Kırşan gerçekten benim beklentimin çok çok üstünde performans çıkarıyorlar. Hem birbirleriyle hem de diğer oyuncularla olan sahnelerde son derece yüksek bir oyunculuk izliyorum. Bu elbette onların olduğu kadar Devrim Yalçın’ın da takdir edilesi özelliği… Oyuncu rejileri kesinlikle çok başarılı veriliyor.

 

Devrim Yalçın deyince durup bir soluklanmak istiyorum, izninizle… Her bölüm çıkardığı işe hayranlığım biraz daha artıyor. Öykünün bütünselliğinde, sahne planlarında ve detaylarda onun etkisi o kadar yoğun hissediliyor ki… Detaylar dedim de söylemezsem olmaz. Bu hafta da Çiler’in okul kantininde Melis’e getirdiği kahve bardaklarının üzerindeki emojilere vuruldum ben. Çiler’in her daim iyimser ve pozitif yüzünü simgeleyen gülen emojiyle Melis’in ruh durumuna gönderme yapan ağlayan surat emojisi enfes metaforlardı bana göre… Üstelik bunu gösterirken kamerayı, bardakların dibine kadar sokup bas bas bağırarak zoom yapmadan sadece bir değdirip geçirmesi, “Bak bak, burda ne var?” havası vermeden “Gören görsün, görmeyen kendi bilir.” sevimliliği gerçekten çok hoştu.

Çok rahatlıkla söyleyebilirim ki öyküsüyle, senaryo diliyle, kurgusuyla, rejisi ve oyunculuklarıyla benim için bu sezon izlediği en iyi dizilerden biri Adı Efsane. Emeği geçen herkese yürekten teşekkür ediyorum.

 

 

 

 

 

 

Exit mobile version