Site icon Dizifilm BiZ

Adı Efsane 19. Bölüm

Bilir Komiser Sadık Fikret Ali Hakan

Yazar: Sinem ÖZCAN

Tarık’ın ölümüne öyle hazırlamıştım ki kendimi, bölümün yarısı onun iyileşmesine şaşırmakla geçtiğinden açıkçası olup biteni tam değerlendirdim mi, emin değilim. 20. bölümde Erdal Beşikçioğlu’nun diziden ayrılacağı bilindiğine göre ben, onun kurtulamayacağını düşünmüştüm. Benim için tam bir ters köşe oldu, iyileşiyor oluşu.

İkinci ters köşe de Gürol ve Kıvanç Ertüm ilişkisinde geldi, bana. Gürol Bey’in oğluna yaptığı o “ Sana güveniyorum!” temalı konuşmayı beklemiyordum açıkçası. Kıvanç’ın babasını suçlamayacağından emindim zaten bu sebeple o konuşma beni şaşırttı. Gürol’un yerini Kıvanç söylediği için ben, babasından ona şiddetli bir tepki, azar filan beklemiştim. Emniyetteki konuşma bana işin altında başka şeyler mi var acaba, diye düşündürdü. Gürol Ertüm gibi bir adamın, bir yaralama hadisesi yüzünden ülkeden kaçmaya kalkışması da tuhaf geldiğinden olsa gerek ben Gürol’un saklamaya çalıştığı başka bir şeyler olduğundan şüpheleniyorum. Belki zenginliğinin kaynağı şaibeli ve onunla ilgili açıkları ortaya çıkacak diye kaygılanıyor, kim bilir? Çok fazla yorum yapmadan bekliyorum, o öykünün altının nasıl dolacağını.

Koçları gözlerinin önünde vurulan çocukların, Tarık ve Bilir Komiser ne kadar uyarırsa uyarsın, elleri kolları bağlı oturmalarını beklemiyorduk, elbette. Üstelik Kıvanç’ı sadece onların konuşturabilecekleri dikkate alınınca bu fırsatı tabii ki tepemezlerdi. Fikret, her zamanki duygusal tavrıyla ekibi coşturunca ne Hakan’ın sağduyusu kaldı ne de Sadık’ın kuralcı tavrı… Bu arada, Kıvanç’ı konuşturanın Fikret olmasına ve o sahnedeki Baran Bölükbaşı performansına da bayıldım. Her ne kadar “Bizim çocukların silahla ne işi olur?” desem de Fikret’in elindeki silahın gerçek olabileceğini bile düşünmedim değil.

Kabul etmek lazım, Kıvanç’ın kafası iyi çalışıyor ama özünde korkak. Kafasına dayanan silahın etkisiyle o zekâ uçup gitti. Çocukları oyalamayı, yanlış bilgi vermeyi filan düşünemeyip bülbül gibi konuştu. Ancak babasının onun yüzünden yakalanması ve Yalıköy Lisesi’nin finalde onlara kök söktüreceğinin bilincinde olması Kıvanç’ı motive etmiş olmalı ki bir defa daha bence çok başarılı bir plan kurdu. Bu arada Kıvanç’ın üzerindeki tişörtte yazan “Game Day” yazısının gözümden kaçtığını düşünmeyin. Yine Devrim Yalçın ve yine onun hoş göndermeleri diyor ve susuyorum…

Her ne kadar bölüm sonunda Kıvanç’ı zafer gülümsemesiyle bıraktıksa da pek uzun sürmeyecek, onun galibiyet sevinci. Çünkü Ali ve Mercan, Koç’a video çekmek için mekândayken Mercan’ın son anda kamerayı çalışır vaziyette orada bıraktığını da unutmadık. Şarjı bitene kadar ne var ne yoksa kaydetti, o kamera. Yani Kıvanç’ın adamlarının mekâna uyuşturucu paketi yerleştirdikleri de kayıtlarda vardır. Bu defa Kıvanç,ava giderken avlandı diye umuyorum. Mercan ve Bilir Komiser işbirliğiyle o kamera ele geçince sorun çözülecek ve Kıvanç, bizimkilerle yine sahada hesaplaşmak zorunda kalacak. Yaptığı işte iyi olmadığının farkında olduğu için baştan beri işi final maçına çıkmadan çözmeye çalıştı ama “kusursuz” planı bizim şaşkın âşıklar sayesinde ne yazık ki işlemeyecek gibi görünüyor.

Hakan ve Fikret’in arasının çabucak düzelmesine de çok sevindim. Her ne kadar Hakan, olayın iç yüzünü anlatamamış da olsa her şeye rağmen Fikret’in kardeşliklerini çiğneyip geçememesi iyi oldu. Sibel için şöhret olup arzuladığı hayata kavuşur ve artık gölge etmez, bize diye umuyordum ama maalesef hüsrana uğradım. İki poz vermeyi bile beceremediğinden yine “bi’ ben…” diye başlayan acındırma eylemine dönüş yaptı. Mercan’ın “halt yeme”yle ilgili söylediği her şeyin altına imzamı atarım. Belki de yaptıklarının sorumluluğunu almaktan aciz ve sürekli mızıldanarak yaşayan insanlara hiç tahammülüm olmadığındandır, bir türlü Sibel’e ısınamıyorum, ısınamayacağım. Kıvanç’ın kötülüğünü bile anlayabilirim ( – ki son uyuşturucu ve iftira oyunuyla sabrımı fena hâlde zorladı) ama Sibel’le bir türlü empati yapamıyorum. Ne üzülüyorum ne acıyorum ne da yaptıklarına hak veriyorum. Üstelik yalnız bırakıldığı için hâlâ çocukları suçlamasına da tahammül edemiyorum. “Ben hata yaptım ama…” diye başlayan her cümlesinde vücuduma sinirden iğneler batıyor. Mümkünse şunu model mi oyuncu mu şarkıcı mı neyse ne, bir şey yapıp gözümün önünden çekin, artık. Hele hele yeniden gruba bir biçimde dâhil olmayı başarırsa sinirden tırnaklarımı kemirmeye başlayacağım.

Melis ve Hakan arasındaki ilişki, kendileri dışında gelişen olumsuzluklar sebebiyle hakkıyla yaşanamasa da en azından her ikisi için de huzur ve güven verici olmayı sürdürüyor. Tarık bir şekilde oyun dışında kaldığında Melis’in Hakan’a çok ihtiyacı olacağı kesin ve o da ilişkilerinin derinleşmesini sağlayacaktır. Bu arada söylemezsem olmaz, Hakan’ın o sert dış kabuğunun altında Çiler’i kapıya kadar uğurlayacak bir zarafet, Melis’i elleriyle taksiye bindirecek kadar bir ince düşünce yatıyormuş. Onun iç dünyasında çok duygusal ve çok derin bir adam olduğunu biliyorduk ama bu küçük detaylarla vurgulanması da çok hoş olmuş.

Gençler cephesinde benim merakla beklediğim, Kıvanç’ın dönüşümü nasıl olacak? Onun kötülüğünün altında yatanın babası olduğunu anladığımızdan beri Kıvanç’ı değişikliğe ne zorlar, diye düşünüyorum. İlk anda bunun Sibel olabileceğini düşünmüştüm, geçen bölüm o yönde bir işaret var gibiydi ama bu hafta aynı yerden yürünmediği için yeniden değerlendirmeye aldım, durumu. Kıvanç’ın bu hâlinin sorumlusu babası olduğuna göre dönüşümün anahtarı da yine o, olmalı. En azından Gürol’un yasak ilişkisini öğrenmeli ve buna tepki göstermeli. Kafasında yarattığı baba figürünü sorgulamaya başlamalı, bana kalırsa. Ancak bu yeterince dolu bir çatışma değil. Bir başka tetikleyici gelmeli diye düşünüyorum ve bu, en son ve bence en ağır oyunundan sonra Kıvanç’ta küçük de olsa bir pişmanlık görmeliyiz. Fikret’in dizine mal olan dayak olayında bile bu kadar sinirlenmemiştim ben ama iftira hele de böylesi pis bir oyunla iftira bana çok ağır geldi. Kıvanç için bile çok alçakça ve çok şerefsizce bir hareket oldu, bu. Onun kötülüklerinin dip noktasının bu olması gerektiğine inanıyorum. Bundan da daha aşağılık bir eyleme girişirse Kıvanç’la ilgili hoşgörümü yeniden sorgulamam gerekecek.

Bahar’ın Suriyeli çocuklara öğretmenlik yapmak üzere gideceği ve Gökçe Bahadır’ın diziden ayrılışının bu yolla olacağı belli oldu. Bence uygundur, hele Tarık da ayrıldıktan sonra Bahar’ın öyküde pek işlevi kalmayacaktı, zaten.

Rojda Demirer’in ayrılıp ayrılmayacağını bilemiyorum. Kişisel arzum devam etmesi… Hem Seçil’i hem de Seçil’de Rojda Demirer’i izlemeyi seviyorum, açıkçası. Öykünün yeni biçiminde bence ağırlıklı ve sağlam bir odak da oluşturabilir. Seçil, Kıvanç’ın aksine ciddi bir değişim geçirdi. Hele bu bölüm, Tarık’a olan sevdasından da vazgeçmesi onu hep görmeyi istediğim noktaya getiriyor. Gönlümden geçen, onun artık hak ettiği mutluluğa kavuşması. Hani Bilir Komiser de pek bir yalnız, pek bir bekâr ve pek bir uygun görünüyor gözüme. Çok da iyi bir çift olacaklarına inanıyorum. Eğer kalıyorsa öykünün büyükler kanadının ikisi üstüne kurgulanması çok iyi olabilir.

Adı Efsane, öykü olarak katmanlı ve derinine işlenmeye çok müsait yanları olan bir hikâye. Kadrodaki değişiklikler elbette ki diziyi zorlayacaktır ama sağlam dönüşlerle öyküye yeni bir yön vermek de mümkün. Özellikle gençlerin öyküleri ağırlık kazanmaya çok müsait. Hakan, Melis, Fikret ve Kıvanç dışında diğerlerinin de art öykülerine girildiğinde bol malzeme elde edilebilir. Bilhassa Ali’de sağlam ışık görüyorum ben.

Gelecek bölüm, öykünün sapacağı yolla ilgili daha net işaretler verecek gibi geliyor, bana. Ekibin, Kıvanç’ın attığı iftiradan nasıl kurtulacakları kadar Kıvanç’ın tavrını da merakla beklediğim bir bölüm olacak.

 

 

 

Exit mobile version