Yazar: Sinem ÖZCAN
Bu bölümün, Hakan için zorlu geçeceğinin sinyallerini geçen hafta almıştık. Tahmin edemediğim ise yalnız Melis boyutuyla değil her şeyin çocuğun üstüne gelmesi oldu. Hakan baştan beri grubun en çilekeşi… Bunun ana nedeni elbette kendi karakteri… Sadece kendisi ve ailesiyle ilgili değil, arkadaşları için de bütün sorumlulukları gönüllü olarak yüklenen, o.
Melis’e âşık olarak daha önce tanımadığı bir duyguyla karşılaşmış ve tam bunun coşkusunu yaşayacakken Tarık’ın tavrıyla birden ayakları yere basmak zorunda kaldı. Yaşadıkları kendi hisleri ve Melis’le mücadelesiyle sınırlı kalsa da aşması çok zor duygular yaşıyordu. Oysa onun bir de başında babası var ki düşman başına! Bu defa Bahar ve Tarık olayları onun öğrenmesine engel olmayı başardılar ama sonuç değişmiyor elbet: Annesinin ve kız kardeşinin sorumluluğu onun üzerinde.
Üstüne üstlük Fikret’in fizyoterapi parasının bulunması mesuliyetini da üstüne aldı. Arkadaşları söz konusu olduğunda onun zaten konuya duyarsız kalması düşünülemezdi. Eh, hepsini üst üste koyduğumuzda bırakın gencecik bir delikanlıyı, sıradan bir yetişkini dahi alıp yere çarpacak her türlü şarta sahip, Hakan.
Bütün bunların arasında sivrisinek gibi durmadan başını ağrıtan bir de Kıvanç var ki bence o, Hakan’ın asıl imtihanı…
Haftalardır Kıvanç’ın art öyküsünü çok merak ettiğimi söyleyip duruyorum. Yavaş yavaş ortaya çıkacağına da emindim. Kıvanç, çok özel bir karakter çünkü ve mutlaka karanlık Kıvanç’ın diğer yüzünü senaristler bize tanıtacaklar rahatlığı içindeydim. Nitekim hafif hafif başlıyor gibi…
Kıvanç’ın 20 sene sonraki hâlini gördüm ben babasında. Tabi ki engellenem
Annenin İspanya gezisine gideceğini unutuveren Kıvanç, bana anneyle de yakın ve sağlıklı bir ilişki içinde gelmedi. Ben onun Çiler’in ifadesiyle bir “psikopat” olduğunu düşünmüyorum. Kıvanç, büyük olasılıkla yalnız ve mutsuz bir çocuk… Kendini babaya kabul ettirme ve beğendirme peşinde. Sanırım sevgisiz büyümüş ve “sevgi” kavramının değerini yaşamının hiçbir yerinde görmemiş. Bu yüzden de babaya kendini kabul ettirme yolunu, tıpkı onun gibi, paranın verdiği güçle istediği her şeyi elde etmekte bulmuş. Bu anlamda Melis’in onu terk etmesi en büyük başarısızlığı… Bu ilişkiyi çözünce Hakan ve tayfaya kafayı niye bu kadar taktığı benim için daha anlaşılır hâle geldi.
Seyfi meselesi sonunda çözüldü. Hakan’a bulaşmadan çözülmüş olması da ayrıca çok güzel oldu. Açıkçası Seyfi’yi tamamen sahalardan alırsak çok memnun olacağım. O sekansın bence artık öyküye katacağı bir şey kalmadı. Seyfi’nin bundan sonraki hamleleri, manalı olmayacak ve öyküye katkı sağlamayacak. Hakan, bari evde sorunsuz daha doğrusu babasının pisliğinden çıkacak sorunlar olmadan yaşasın. (Çocuğu bir yerde rahatlatsak mı, ne dersiniz)
Tarık, şu ana kadar en yanlış adımı Hakan konusunda attı, ne yazık ki. Kızı adına kaygı duymasını elbette anlıyorum ancak Hakan’a “Bana benziyorsun, sen” demek tamamen yanlış teşhis. Bahar’ın da bu noktadan yürümesini çok sevdim. Kızı üzülecek diye korkan adam, hayatı acı ve üzüntüyle geçmiş biri. Başkalarını çok üzmüş olabilir ama en çok üzülen de Tarık olmuş. Acıyı ve üzüntüyü bu kadar yakından t
Sibel, ilk bölümden itibaren kanımın almadığı bir karakter. Ne üzüntüsüne inandım
Kıvanç, aptal bir adam değil; elindeki bilginin değerini de ederini de çok iyi biliyor. Elbette ki bunu sonuna kadar kullanacak. Şimdi geldik bölüm sonundaki büyük soruya: Hakan, maçı satar mı yoksa Fiko’nun gerçeği öğrenmesine razı mı olur?
Eğer bu bir dizi olmasaydı en mantıklı çözüm, durumu Fiko’ya anlatmak olurdu. Bedeli ne olursa olsun… Ancak çatışma f
Maçı satması onun için çok ağır bir bedel ve bana sorarsanız bu kadarını hak etmiyor. Fazla sıkıştırılan her şey patlar. Hakan da cidden çok sıkıştırıldı. Patlaması durumunda da ortada takım başta olmak üzere, hiçbir şey kalmaz her yeri dümdüz eder.
“Hiçbir gerçek sonsuza dek gizli kalmaz!” ilkesi uyarınca Fikret elbette Sibel’le Hakan arasında geçeni öğrenecek ve tepkisi çok büyük olacak. Bu kaçınılmaz… Ama Fikret ve Hakan dosttan öte, kardeşten yakınlar. Sonuç itibariyle Fikret, Hakan’ı silemeyecektir. Buna güvenerek benim arzum, gerçeği Sibel’den öğrenmesi. Böylelikle Sibel, hayatında bir defa doğru hamle yapar. Aksi takdirde benim için o kız ne yazık ki oksijen israfı…
Öyküyü biraz öteleyip başta oyunculuklar diğer detaylara akacak olursak bu hafta bana göre çok başarılı iki isi
Kaan Sevi’ye gelince bana kalırsa o, Ali’ye, tam anlamıyla, ittire kaktıra yer açtı, öyküde. Ali karakterinin hatları belirginleştikçe Kaan Sevi, eklenen her bir detaya alabildiğine bastı. O bastıkça karakter daha görünür oldu. Âdeta Ali’yi gözümüzün içine soka soka öne çıkardı. İlk bölümlerin silik, sıradan elemanı; “Ben burdayım, fark edin beni!” dercesine adım adım öne çıktı. Kendine özgü bir sempatikliği var Kaan Sevi’nin bunu çok akıllıca değerlendirdi. Karaktere yazılan detayları şirinliğiyle birleştirince Ali’yi ekibin olmazsa olmazlarından kıldı. Hatta bu bölüm bende “Hakan olmazsa grubun lideri Ali olur!” duygusu uyandırdı. Pratik, akılcı, çabuk öfkelenen ama bir yandan da çözüm adamı bir Ali yarattı.