Yazar: Sinem ÖZCAN
Adı Efsane’de yeni bir viraja geldiğimiz bölümlerden birini izledik, bu hafta. Seçil, elindeki son kozunu oynamıştı ve Fikret’in birkaç bölümdür süren dramında da artık sona yaklaşmıştık. Bu hafta, her iki noktada da çözüme yaklaşıldı, denebilir.
Tarık, Bahar’la arsındaki ilişkiyi kızlarına anlatamadan durumu fırsat bilen Seçil, bunun Melis’teki etkisini tahmin edip onun canını en fazla acıtacak biçimde olup biteni söyleyiverdi. Ancak atladığı çok önemli iki nokta var bana kalırsa: İlki Melis, eski Melis değil. Babasıyla arasında bir köprü kuruldu ve Tarık çok haklı onlar artık “Bağırıp çağırarak, kavga ederek” de olsa iletişim kuruyorlar. İletişimin var olduğu yerde hiçbir sorun çözümsüz kalmaz. Nitekim bu defa Melis babasından uzaklaşmak yerine ona yakın olmayı seçti başta. İkincisi de bu, kızları babalarından uzaklaştırabileceği son kozdu ve çok çabuk harcadı. Henüz oturmamış bir ilişki Bahar ve Tarık ara
Melis’in Bahar’a tepkili olması da çok normal. Babasına hasret büyümüş her genç kız gibi onun hayatındaki tek varlık olmak istiyor. Bahar’ın onun için bir tehdit olup olmaması da önemli değil, Tarık’a yaklaştığı anda Melis tırnaklarını çıkarır. Konuyu anlatan Tarık olsaydı da büyük bir fark olmazdı. Bahar’ı kabullenmesi hiç kolay olmayacak onun. Her ne kadar teyzesine tepki gösterip babasının evinde soluğu aldıysa da Bahar konusunda kendini güçlü hissetmedikçe Tarık’a problem olacağı da kesin. Yine de onlar gerçek anlamda baba – kız olma yolunda ilerliyorlar. Eninde sonunda Melis’in yelkenleri suya inecek ve sorunu aşacaklar diye umuyo
Melis’in tepkisi Bahar’ı rahatsız eder hatta Tarık’tan uzak durma kararı da aldırabilir ama bu da ilişkiyi ancak bir süre geciktirir. (Yine de söylemeden edemeyeceğim: Yürü Melis arkandayım! Bahar’a çıkarabildiğin kadar sorun çıkar. Mümkün olduğunca geciktir onların birlikteliğini gözünü seveyim, bak tek umudum sensin!)
Öykünün diğer tarafında Fikret, tutunabileceği tek dalı geçen hafta elleriyle kesmiş ve bacağı o hâldeyken seçmelere katılmıştı. Yaptığı ölümcül bir hata elbette ama ben sonuna dek anlıyorum Fikret’i. O, duygularıyla yaşayan bir adam… Hiçbir işinde plan program yok ki! Hep gönlünün sesini dinledi, şimdiye kadar, hep o ses doğru da yanlış da, ne derse desin, ona uydu. O durumda seçmelere girmek s
Hakan, Fikret’i kıramamanın bedelini koçun öfkesiyle ödedi. Bu haksızın olmadığı bir durum sanırım. Hem Fikret hem Hakan hem Koç kendi cephelerinde haklıla
Tarık’ın delirmesi değil onları bir türlü affetmeyişi sarstı aslında gençleri. Ne güzel bir güven duygusu bu aslında… Ne olursa olsun biri tarafından bağışlanacağını bilmek… O gençlerin ortak noktası hayatları boyunca bu güveni hiç yaşamamış olmak. Birbirlerinden başka kimseleri yok ve ilk kez birinin onları koş
Fikret, Sibel’in onu terk etmesinden sonra üst üste darbe alıyor hayattan. Aşkının karşılık bulmaması, aldatılmak ve basketbol hayalinin neredeyse sona eriyor oluşu sadece o yaştaki bir delikanlıyı değil koca insanı depresyona sokar. Üstelik saçından tırnağına her şeyi bütün duygularıyla ve dibine kadar yaşayan bir adam için bu depresyonun en koyu hâlini doğurur. İşte o noktada yapılacak olan, onu pışpışlamak değil silkeleyip kendine getirmektir. Ancak bunun için de çok büyük bir itici güç olması gerekir.
Çocukların en büyük hatası Fikret’i pamuklara sarmak o
Sibel’e duyduğu sevgi elbette bir anda bitecek gibi değil Fikret’in ama o fotoğrafı yakmayı başaran adam, artık Sibel’in kulu kölesi de olmaz. Orada da bence zinciri kırdı. Şimdi yavaş yavaş iyileşme süreci gelecek, yeniden ayaklarının üzerinde durmayı öğrenecek. Yaşadıkları ona ne öğretir bilemem ama olgunlaştıracağı kesin.
Sibel’in “Ben yalnız kaldım ama” sızlanmaları zerre umrumda değil. Niyeyse ben baştan beri onun özünün iyi olduğuna inanmıyorum. Annesini tanıdıktan sonra da duygum “Anasına bak, kızını al…” noktasına geldi. Mercan’ın bile ondan uzaklaşması ve yalnızlığı, bir başkası olsa üzülmemi sağlardı Sibel söz konusu olunca kılım kıpırdamıyor. Hatta bütün kötülüğüne rağmen Kıvanç’a şimdiden acımaya başladım. Kıvanç’ın sevgisiz olduğunu ve gerçekten içten bir sevgiyle içindeki iyin
Bu arada söylemeden geçemeyeceğim. Kıvanç’tan nefret ettiği hâlde sırf Sibel onu seviyor zannettiğinden ona dokunmayan ve “Ben Sibel’i; Sibel’de Kıvanç’ı seviyor, ne yapayım?” diyerek Kıvanç’a sadece “Onu üzme!” diyen Fikret ne güzel adamsın sen, demek istiyorum!
Benim Adı Efsane senaryosunda en sevdiğim de işte bu hoşluk yaratan detaylar… Dostluğu, arkadaşlığı, iyiliği vurgulamasına hiç sözüm yok ama bu kadar ince serpiştirilmiş zariflikler benim için çok değerli.
Bu arada, bilen bilir de bilmeyenlere de bir kez daha söyleyeyim: Dizide en sevdiğim tiplemelerden biri Vural… Minnacık sahnelerde üstelik çoğu da repliksiz sahnelerde mahallenin meczubuna bir ruh katmayı başaran Kaan Küçük’ün buna katkısı çok büyük. Her bölüm gözüm yere atılan çöpü toplayan, elinde çiçeğiyle mezarlıktan çıkan ve aç kedicikleri ve kuşları besleyen Vural’ı arıyor. Onun bir art öyküsü olduğu çok belli, umarım ilerleyen bölümlerde yavaş yavaş o öyküye de gireriz.
Aklıma gelmişken sorayım: Bilir komiser Seyfi’nin adamlarını gözaltına almıştı. Sahi ne oldu onlara? Bizim Seyfi’nin ipliği pazara ne zaman çıkacak acaba? Bu bölüm yoktu, bir rahat nefes aldım da oyunu açığa çıksa da kendisinden külliyen kurtulsak olmaz mı, acaba?
Bu güzel bölüme imza atan herkese bu hafta da emeklerinize, yüreklerinize sağlık, diyorum.