Adalet, kainatın ruhudur demiş Ömer Hayyam. O ruha zarar geldiğinde yozlaşmış toplumlarda güçlünün zayıfı ezdiği bir sistem ortaya çıkar. Bazıları bu sistemi kabul ederken bazıları baş kaldırır. Zor bir yoldur o, yakıcı. Adalet için bazen en yakınlarınızı bile ateşe atmak zorunda kalabilirsiniz. Doğru olanı, olması gerekeni yapmak için başka şansınız yoktur. Orhan gibi… Adaletin kılıcı keskindir. Kestiği yer kanar ama acımaz.
Orhan, hayatını adadığı adaleti yerine getirmek için önce kardeşini kaybetti, sonra da kardeşim dediği Aydın’ı ateşe atmak zorunda kaldı. Aydın, değişik bir karakter olarak çıktı karşımıza ilk bölümden bu yana. O bir zamanlar bir duvarın dibinde kimsesiz kalmış, hayata dair umutlarını Zeynep’le yeşertmiş yaralı bir kaplan. Bu yüzden bu acı kayıp, onun için bir hayatın bitmesi gibi. Geçmişi kasvetli olsa da sevdiği kızın ışığıyla o maziyi gömen biriydi Aydın, ismi gibi. Çok ünlü bir söz vardır: Biri ölünce giden değil, kalan ölmüştür diye. Bana kalırsa bu çok doğru. Zeynep ölmüş olabilir ama giderken yanına Aydın’ı da aldı, o artık dipsiz kuyuda. Bu hâlde olan bir insanın mantıklı düşünmesi de pek mümkün değil. Bu yüzden Rıfat’ın onun kafasını karıştırması çok da zor olmadı. İyi gününde yanına bile yaklaşamayacağı Aydın’ı geçtiğimiz bölümden bu yana hastalıklı düşünceleriyle zehirliyor. Aydın, biraz aklını kullanabilecek bilinçte olsa o serserinin amacını görebilirdi ama şimdilik görmüyor.
Kimsesiz insanlar bir yere sığındıklarında bile bir elleri kapıda olur. Aydın da o ruh hâlinde şimdi. Zeynep’ten sonra Rıfat’ın da dolduruşuyla Nuri’yi öldürmeye kalkışınca ailesini de kaybettiğini düşündü. İntikam soğuk yenen bir yemektir. Bunu Orhan biliyor ancak Aydın, içinde yanan ateş yüzünden algılayamıyor. Orhan’ın sırf savcı olduğu için kanunu uygulayarak kendini cezalandırdığını, kardeşinin acısının işinden daha az önemli olduğunu sanıyor. Burada onu suçlamıyorum, onun penceresinden durum aynı böyle görünüyordu. Ta ki Orhan ona gelene kadar. Orhan stratejik bir zekâ. Dostuna yakın, düşmanına bir nefes mesafede duracaksın, mantığıyla hareket eden biri. Bu savaşta Orhan’ın en çok Aydın’a ihtiyacı vardı. Aydın sadık biri. İhanet onda var olan bir şey değil. Sevmediği insana bile sadakatsizlik edemiyor. Aydın’a baktığımda eski mahalle kabadayılarını görüyorum. Oldukça düz bir insan. Siyahsa siyah, beyazsa beyaz. Oyun kurmak onun işi değil. Dosdoğru giderler bu hayatta. Ucunda ölüm bile olsa. Bu yüzden Orhan’ın aklında olanları da anlaması mümkün değildi. Orhan’ın onu oyun dışında bıraktığını düşündü ve harekete geçti. Orhan ilk bakışta ona sırtını dönmüş gibi dursa da cezaevinde iki kardeşin yüzleşmesinde durumun bambaşka olduğunu anladık. Orhan’ın adaleti sağlamak için sağlam bilgilere ihtiyacı var. Bunları Gülce ile alabileceğini düşünse de kaybedecek şeyi olan insanlar bir noktada korkarlar. Öyle de oldu. Aydın’ınsa kaybedecek hiçbir şeyi yok. Bu yüzden tam ailesini de kaybettiğini düşündüğü noktada, Orhan’ın oyununun en önemli parçası hâline geldi. Aydın’ı şimdi bıçak sırtında bir dönem bekliyor. Sevdiği kadının katillerine yakın olacak ve bunu yaparken de soğukkanlı olması gerekecek. Bunu yapabilir mi? Orhan ona güveniyor, ben de fazlasıyla güveniyorum.
Orhan, Zeynep’in kaybıyla başa çıkmaya çalışırken ciddi sorunlar da yaşamaya başladı. Psikolojik mi, fizyolojik mi bilmiyorum ama ölen insanlarla konuşması ve hatta sohbet etmesi normal değil. Onlar vicdanının sesi mi, kaybettikleriyle konuşma arzusu mu, yoksa başka bir şey mi bilemem tabi ama ciddi bir sorun olduğu aşikâr. Orhan içindeki acılarla başa çıkmaya çalışırken diğer yandan da hayatındaki insanlara sahip çıkma derdinde. Bu bölümle de anladık ki bir tek ailesi değil kaybetmekten korktuğu. Bu çıktığı yolda korkusuzca yanında duran cesur bir gazeteciyi de kaybetmekten, onun zarar görmesinden deli gibi korkuyor. Zeynep’ten sonra birini daha kaybetmeye tahammülünün kalmadığını da attığı her adımla görebiliyoruz. Zeynep’in gidişi ona tüm gemileri yaktırmıştı. Kardeşi onu ışıkta tutan bir melekti. Şimdi o ışığı kaybetti ama sanki bir nur arayışına girdi. Sanırım o ışığı da Leyla’da gördü. Tamamen karanlıktayken bu cesur kadın hayatına tüm ışığıyla girdi.
Orhan’ın kardeşinin kaybından sonra kalbinin atması ilk başta biraz garip gelse de sonradan anlamaya başladım. Yaralı bir ruh, kendisi gibi olanı ilk görüşte tanır derler. Bu iki insan farklı şekillerle aynı acıları yaşamış. Birbirlerine tutulmalarından daha doğal ne olabilir ki? Hatta mazileriyle ilgili söyledikleri yalanlar bile aynı. Şimdilik sadece aynı yola baş koyan kişiler olsalar da birbirlerine an be an çekildiklerini uzaktan bakan herkes görebilir. Bu hikâye nasıl ilerler bilmiyoruz tabii ki fakat kolay olmayacak diye düşünüyorum.Aralarında bir sevgi oluşsa da Orhan’ın acılarının sebebinin bizzat Leyla’nın babası olması bu hikâyeyi bir noktada çok zorlayacaktır. Gerçekler ortaya çıktığında ikisinin karşı karşıya geleceğini düşünüyorum. Çünkü Leyla, hâlâ babasının içinde bir iyilik kırıntısı kaldığına inanırken Orhan onu yok etmeyi kafasına koymuş vaziyette. Girdiği yolu ve Leyla’nın bu yola olan nefretini düşünecek olursak da oldukça zor zamanların geldiğini görmek için kâhin olmaya gerek yok. Tabii bugün nasıl babasını bu yoldan çevirmeye çalışıyorsa vakti geldiğinde aynısını Orhan için de deneyecektir.
Bu hikâyede beni en etkileyen karakter, Leyla. Bir mozaik onun ruhu. Bir yanda çok güçlü, korkusuz bir kadınken bir baktığımda karanlıktan korkan, her koşulda iyiliğe inanan bir kız var karşımda. O içindeki iyilik, doğruyu ne olursa olsun yapma dürtüleri yüzünden zaten bir cenderede. Zeynep’in öleceğini bilip de engelleyememesi onu bitiren asıl sebep. Mezarlığa gidip dünyaya haykırmak istediklerini Zeynep’e anlatması da bu yüzden. Sustukları büyüyor içinde. Büyüdükçe ve Orhan’a bağlandıkça da acısı çoğalıyor. Ona anlatmak istiyor, ancak hasta annesi ve babasıyla ilgili bir türlü yok olmayan umudu onu bundan alıkoyuyor. Leyla’nın karakterinde iyiliğin varlığına inanmak var. Orhan’a bağlanmasının sebeplerinden en önemlisi de bu bana kalırsa. Onun karanlık yanını bilmeden, araştırmadan, şüphelerine rağmen yanında oldu. Karanlığında da olacaktır. Nereden çıkardın diyeceksiniz? Babasının kötülüğünü bilmesine rağmen bir şekilde ondan kopamıyor. O çocukluğundaki birkaç küçük anıya sığınarak hatıralarındaki adama ulaşmaya çalışıyor. Orhan’da da aynısını yaşayacağı hissine kapılıyorum. “Beni ağlatacak ikinci adamsın.” dedi. Nasıl ki babasından kopamadı, Orhan’dan da kopamayacak. Onun tabiatında vazgeçmek yok. Bu iki büyük düşmanla olan bağlantısı da onu, bu oyunun tam ortasına düşürüyor maalesef. Gerçekler ortaya çıktığında bir seçim yapmak zorunda kalacak. Leyla içindeki umutları barındırsa da onu ilk gördüğümüz andan itibaren çizdiği portreye bakarak tercihini babasından yana kullanmayacağını söyleyebiliriz. Zira babasında iyiliğin olduğunu düşünürken bile ona karşı Orhan’la birlik olup onu tuzağa çekmek için bir an bile düşünmedi. Aslında tarafı belli. Bölüm boyunca Gülce oyununda yaptıkları, kendini riske atması onun içinde yanan adalet ateşiydi. O da Orhan gibi adaletin yerini bulmasını istiyor ve bunun için kendini riske atmaktan da çekinmiyor. İkisinde de aynı ateş yanmasına rağmen yöntemleri bambaşka. Ayrıca Orhan’ın kötülüğün iyileşmesine dair inancı yok, o pisliğin kökünü kurutmak amacıyla hareket ediyor. Leyla ise bir şekilde kötünün de iyi olacağına inancını koruyor.
Leyla’nın bu amacını gördüğümüz en önemli an, Nuri’yle yemek yediği sahneydi. Filiz’in katili olmadığını söyleyen Nuri’nin yalan söylediğini bile bile inanmak istedi sanırım. O da aslında gelmeyeceğini biliyordu fakat ufak bir umutla bu sefer sözünde duracağını görmeyi hayal etti diye düşünüyorum.Nuri Kargı, bana kalırsa bu dizinin en farklı karakteri. Baktığında acımasız bir katil, kurduğu sistemin içerisinde kendisini karar makamı olarak gören, yoluna çıkan kimseye acımayan biri. Bir de etrafına göstermediği bir yüzü var. Bu dünyaya girmek için sırtını döndüğü ailesini hâlâ korumaya devam ediyor. Geçtiğimiz bölümde Leyla tam öldürülecekken müdahale etmesi, kızının ölüm emrini vermek isteyen milletvekilini durdurması bende gördüğümüz adamdan çok daha fazlası var hissini uyandırıyor. Bir yandan kızı kendisinden tamamen umudunu kessin diye uğraşırken diğer yandan onlara kol kanat geriyor. Nuri o yola nasıl girdi, amacı ve bütün bu yaptıklarının kimsenin bilmediği bir maksadı var mı bilmiyorum. Hissiyatım ise onun bu hikâyedeki rolü, Orhan’ın can düşmanı olması dışında daha farklı gibi geliyor. Tabi sebebi ne olursa olsun, sonucun bu saatten itibaren değişmeyeceği aşikâr. Orhan’la arasında büyük bir savaş başladı. Orhan ona yaklaşırken o da onun yolunu tıkamak için elinden geleni yapıyor. İlk büyük adımını da Gülce’yle atmış oldu. “Her insanın hayatında vazgeçemeyeceği bir zaafı vardır” dedi Hasan’a. – Bana kalırsa kendisi de zaaf sahibi olduğu için bunu söyledi- Gülce’nin zayıf noktasını bularak onu bu oyunun dışına ittiler.
Gülce, ilk bölümden itibaren bu hikâyenin tam olarak neresinde olduğunu belli etmeyen, flu bir karakter. Bir bakınca çok cesur, doğrunun peşinde gibi dururken mahkemede birden geri adım atması onu yeniden başladığımız yere çekti. Normalde aşırı sinirlenirdim bu duruma fakat bu sefer hiç kızmadım. Bir anne değilim ancak evlat sahibi olmanın çok farklı bir duygu olduğunu biliyorum. Gülce’nin kaybedecekleri var. Hayatta tutmak istediği bir oğlu var ve onun hayatı tehlikeye girdiği anda verdiği tüm sözleri çiğneyecekti pek tabii ki. Bu andan itibaren Orhan ve Leyla ona tekrar güvenir mi bilmiyorum ama ben olsam güvenmezdim sanırım. Ömrü boyunca bir şeylerden kaçmış, bir yalan bulutunun içinde yaşayan ve ölmekten çok korkan bir insandan iyi bir yol arkadaşı hele de yoldaş olmayacağı kanaatindeyim. Ayrıca bu durum kendisi için de kötü. Kendinden daha güçlü olanlara zaaflarını ve korkularını gösterirsen onların ellerinde oyuncak oluverirsin. Korkaklar uzun yaşamaz. Gülce’nin biraz daha cesaretli olmasını öneririm yoksa bu sevdiği insanlara ilk ihaneti olmayacak.
Bölümün finalinde Nuri’nin Gülce hamlesine, Orhan’dan Hasan hamlesi geldi. Fakat bu dengeleri değiştirmedi ve hatta Orhan’ın karanlıktaki tarafına Rıfat’ın da şahit olmasını sağladı. Zaten biliyordu diyebilirsiniz ama görgüye dayalı bilgi olması başka bir şey, duyum bambaşka bir şey. Orhan orada Nuri’nin tek adamı var sanırken aslında iki olduğunu bilmiyordur, elbette ve hâlâ Rıfat’ın onlara bakışını da görebilmiş değil. Rıfat’ın tek sorununu gevezelik olarak adlandırırken kendisinin bir karakter özelliği daha ortaya çıktı: Çevresindekilere fazla güvenmesi. Halbuki Rıfat’ın onlara en ufak bir sevgi kırıntısı yok ve hiç olmamış. Çocukluğundan bu yana babasının iki yetime kol kanat germesini hazmedemeyen, öfke kontrol sorunu olan bir çocuk. Zayıf karakterli insanlar, kendilerini hep başkalarının gölgesine saklar. Aydın ve Orhan’ın gölgesinde kalan Rıfat, şimdi Nuri’nin gölgesinde kazandığını düşünecek kadar aptallık ediyor. Rıfat’ın sorunu kendisini fazla cin sanması. Nuri’nin işi bittikten sonra da onu paçavra gibi kenara atacağı belli. O bunu göremeyecek kadar aptal maalesef. Kötülük, zekâ işidir. Eğer yoksa, kendi yağında kavrulmak en mantıklısıdır. Sonra bir bakarsın birileri ruhun dahi duymadan seni maşası hâline getirmiş. Orhan da zaten bir köstebek olduğunu bildiği için rahatlıkla oyunun seyrini değiştirebiliyor. Düşmanını tanıyor, hamlelerini görüyor ve ona karşı hamleyi de düşmanın asla bilemeyeceği şekilde kuruyor. Rıfat, şahidini de yok ederek şimdilik kendini korumayı başardı ancak uzun süreceği kanaatinde de değilim. Bir noktada olaylar ve insanlar arasındaki bağlantı kurulacağını ve giden haberlerin ortak noktasını Orhan’ın çözeceğini düşünüyorum. Birini kaybetmek için illa ölmesi gerekmez. Bünyamin şu anda bilmiyor ama o çoktan oğlunu kaybetti. Bakalım bu kedi fare oyunun galibi kim olacak?
Kurşun, bu hafta bize iyi bir bölüm hazırlamış. Seyri keyifliydi. Dizi müzikleri de her bölümde ayrı bir şekilde insanın içine işliyor, ekibin emeğine sağlık.
Yazan, çeken, oynayan ve kamera arkasında büyük emeklerle bize bu güzel bölümü hazırlayan tüm ekibin yüreğine sağlık. Yazıma Cemil Meriç’in bu güzel dizeleriyle son veriyorum, haftaya görüşmek üzere.
Ben Araf’tan ileri geçemedim,geçemem de artık.
Ama sana cennetin haritasını veriyorum.
Unutma ki biraz da seni taşıdığım için dizlerimin dermanı kesildi.
Bu bir şikayet değil, bir ikaz.
Nerelerden geçtik bilemezsin.