“Dünya ne kadar berbat bir yer olsa da iyilerin mutlaka kazanacağını kanıtlayan birileri her zaman vardır.” Belki de o, size hiç adil davranmayan kaderin sunduğu ilk ve tek şanstır. Henüz on sekiz yaşındaki lise öğrencisi Eylül’ün kaderini değiştirecek o şansın adı Ali Asaf Denizoğlu’ dur. Hikâyenin başladığı yer, Ege’de bir kasabanın lisesi… İkilinin yollarının ayrılıp yıllar sonra tekrar kesiştikleri yer ise İstanbul’un en iyi hastanesinin çatısıdır!
Hayata yenik başlayan, öfkesi dışında hiçbir şeyi olmayan bir kızın bir cerrah olarak hayata meydan okuma hikâyesidir bu. Aynı zamanda ona bu cesareti verecek olan bir erkeğin! Elini tutan ve başarabilirsin diyen bir yol göstericinin.
Genç beyin cerrahı Eylül; hastane acilini basan bir grup zorbaya iyi bir dayak çekerken bize de yıllar önce başlayan hikâyesini anlatır. Defalarca okul değiştirmiş, öğretmenlerin uğraşmak istemediği, asi bir genç kızdır o. Babası son kovulduğu okuldan onu alıp canını acıtana kadar dövdüğünde dahi tek gözyaşı dökmez. Oysaki o gün tüm hayatı değişecek, ona evini açan, Marmaris’te ufak bir pansiyon işleten babaannesinin duası bir mucizeyi getirecektir. “Keşke sana yol gösterecek iyi bir öğretmenin olsa” Olur da! Ali Asaf Denizoğlu, Başarılı bir doktorken İstanbul’dan taşradaki bir okula öğretmen olarak neden geldiği bilinmez. Oysa o insanların hayatına bir kez dokunup her şeyi değiştirecek olağanüstü bir insandır. Bu yeteneği Eylül’ü de uçurumun kenarından kurtarıp, başarılı bir cerrah yapacaktır. Ancak Eylül’le arasındaki o özel duygunun çok geç farkına varır ve gitmesine izin verir. İki âşık -evet ne kadar inkâr etse de Eylül de âşık olmuştur Ali Asaf’a- ayrılmışlardır ve yıllar sonra iki doktor olarak tekrar karşılaşacaklardır.
Hepimizin tüm kalbimizle hayatımızda olmasını istediğimiz o kişi, Eylül gibi bizim de hayata olan umutlarımızı hep ayakta tutacaktır. Elbette aşkla beraber…