Site icon Dizifilm BiZ

ADI EFSANE 8. BÖLÜM

Geçen bölüm öyle bir ikilemin ortasında bırakmıştı ki beni, doluya koysam almadı, boşa koysam dolmadı. Hakan’la empati yaptığım anda bir zerre bile suçlayamadım yaptığı tercihten ötürü onu… Diğer yandan Melis’i düşününce affedebilmesi imkânsız göründü bana. İçim sızladı, sorunun çözümsüzlüğünü düşününce.

Ben demiyorum, yapılan araştırmalar diyor: Kadınlarda özgüven ve güven duygularının gelişimi tamamen babaya bağlı. Çocukken babası tarafından sevilen, korunan ve özel hissettirilen kadınlar, yetişkinliklerinde de bağlanma sorunu yaşamıyor ve kendilerine güvenleri tam oluyor. Melis bu açıdan şanssız… Babası tarafından çok sevilmiş de olsa bunu hissedememesi, anneyi kaybetmiş olması ve uzun yıllar babadan uzak ve nefret ederek büyümesi zaten kimliğinde büyük oranda bir deformasyon yaratmış durumda. Babasıyla arayı düzeltse de bunun sonuçları ortadan bir anda kalkacak gibi değil, ne yazık ki.

Öte yandan, Hakan’da o güne kadar karşılaşmadığı bir duyguyla tanışmıştı. Dürüstlük ve korunma güdüsü. Zaten Melis’i Hakan’a bağlayan da bu ikisi… Ne olursa olsun Hakan’a sığınabileceğinin ve kabul göreceğinin içgüdüsel olarak farkındaydı, Melis.

Hakan’ın çaresizliği ve denize düşen yılana sarılır ilkesi uyarınca Kıvanç’tan parayı alması sadece Hakan’ı yok etmez, Melis’i de hâliyle yerle bir eder. Nitekim bölüm finalinde darmadağın olmuş Melis’i görünce bunun pek de çabuk toplanmayacağı belli oldu.

Bu işin belki de tek hayırlı tarafı, Melis’in bu kez sığınacak liman olarak babasını seçmesi… Baba – kız ilişkisin biraz daha ılınır, hatta ısınır ve Tarık, bu krizi doğru yönetmeyi başarırsa Melis’i kazanmak adına çok büyük bir adım atmış olur.

 

Hakan’a gelince…. Onun açmazı hepsinden büyük bence. Bir yanda sevdiği ve çok değer verdiği Melis’i yıkan adam olmak diğer yandan tüm ilkelerini çiğnediği için aynaya bile bakamaz hâle gelmek. Hakan’ı Hakan yapan en önemli unsur onuru… Kıvanç’tan aldığı para kardeşini kurtardı ama sattığı sadece Melis olmadı. Kendini affetmeyi nasıl başarır, bilemem. Bana kalırsa herkes – Melis de dâhil – onu affetse de Hakan’ın Hakan’la hesabı ölene dek sürer.

Melis ve Hakan ilişkisi çok zor bir yola girmişken Bahar ve Tarık cephesinde her şey fazla kolay gelişiyordu, bana göre… Baştan beri Bahar’la Tarık ilişkisine sonuna kadar karşı olduğum ve Bahar’ı bir türlü Tarık’a uygun bulmadığım için olsa gerek, açıkçası pek de mutlu değildim, bu gidişattan. Yaşını başını almış, meslek sahibi, sözde olgun bir kadın olan Bahar’ın liseli kızlardan da ergen tavırları fena hâlde canımı sıkıyor.

Yine de hakkını yemeyeyim, Zeynep’in doğum gününde Seçil’le mutfakta yaptıkları düelloyu galip bitirdiğini düşünüyorum. İlk defa Seçil’e karşı açık fark yaptı bana göre… Söyledikleri de çok kitabi olsa da doğruydu. Seçil’in ısrarla Tarık konusunda Bahar’ın gözünü korkutmaya çalışmasını anlıyorum ve bu defa bu korkutmadan etkilenmemeyi başardı, Bahar. Üstelik de konuşmada ipleri elinde tutup en kritik noktalarda sağlam vuruşları indirerek Seçil’in bütün kozlarını geçersiz kılmayı bildi.

Seçil’e karşı açık ara galip gelmişken ve anneye rağmen geri adım atmamışken son sahnede Bahar, yine Baharlığını gösterdi. İlk buluşmaya gelemeyen Tarık eğer telefon etmeyi akıl etmemiş olsaydı yine bir parça hak verebilirdim ama gelen telefona karşın ( Muhtemelen Tarık telefonda konunun Melis olduğunu da söylemiştir.) hâlâ durumu “ekilmek” olarak algılayıp gözyaşı dökmesi sinirlerimi zıplattı. Bahar her zamanki gibi teoride pek iyi, pratikte sıfır…

Seçil’in Tarık söz konusu olunca kendine hâkim olamadığını biliyoruz ancak Tarık’a karşı kaybettiğini düşünmeye başladıkça kızlar konusunda da üst üste hatalar yapar oldu. Boşanmış aile çocuklarında da en büyük sorun çiftlerden birinin, diğerini çocuklara sürekli kötüleyip durmasıdır. Burada söz konusu olan boşanmış bir anne baba bile değil. Baba ve teyze karşı karşıya… Bu durumda Seçil, kişisel duygularını işe karıştırdığından ısrarla kızlara babalarını kötülemeyi âdet edinmiş durumda. Melis’in babayla yakınlaşmasını engelleyemediği bir noktada bu taktik, artık ona fayda sağlamaz aksine kızların ikisini birden babaya iter ki öyle olmaya da başladı.

Tarık tarafından bir türlü tercih edilmeyen olmanın hırsıyla Tarık’a, Bahar’a ve kızlara saldırdıkça ne yazık ki git gide oyundan düşecek. Neyi, niye yaptığını çok iyi anlasam da elbette ki onaylamam mümkün değil ama itiraf ediyorum benim yüreğimin bir yanı Seçil için sızlıyor. Tarık’ın yaşamında ibre yukarı doğru döndükçe tahterevallinin diğer tarafındaki Seçil’de aşağı iniyor. Aslında şöyle bir bakınca dizinin gerçekte en yalnız insanı Seçil… Bu yalnızlık büyük olasılıkla bir yere kadar da kendi seçimi ama yine de hayatını en çok ağırlaştıran da bu.

Benim dizide baştan beri bir türlü kanımın almadığı isim Sibel. Yaşı çok genç o da hayatı yanlışlar yaparak öğrenecek elbette ama onun yanlışı kendisinden çok, bu işte hiç günahları olmayan Fikret ve Hakan’ı etkileyecek. Birbirlerini kardeşten de yakın gören bir grubun ortasına öyle bir nifak tohumu ekiyor ki söküp atması hiç de kolay değil. Üstelik Fikret’e âşık olmamasını ne kadar anlıyorsam Hakan’a âşık olmasını da bir o kadar anlamıyorum. Sibel, gözü yükseklerde bir kız… Güzellik, giyim kuşam, para onun için çok önemli. Bir anlamda hayatını sınıf atlama gayesinin üzerine kurmuş görünüyor. Onun Kıvanç tarzı birinden etkilenmesini beklerim ama Fikret’ten çok daha maço ve parasız pulsuz bir Hakan’a vurulması bana mantıklı gelmiyor. ( Aşkta mantık aramak da nasıl bir manasızlıksa… Benimki de laf işte!)

Seyfi’nin hapisten çıkınca eve dönme hırsını da pek anladığımı söyleyemem. Sanırım ne olursa olsun elindekini kaybetmek istemeyen, aileyi bir bağ olarak değil kendine ait mal olarak gören gruptan o da… Ancak bu şekilde düşününce ne yaptığını anlar gibi oluyorum.

Yine de bölümde hiçbir yere oturtamadığım tek yer Seyfi’nin cebinden çıkan on bin lira oldu. Hapisten çıkmak için kendi kızını kaçırtacak şerefsizlikteki Seyfi’nin hapisten çıktıktan iki gün sonra o parayı nereden bulduğunu anlamış değilim, onu da geçtim “Kıvanç karşıma çıksa da parayı suratına fırlatsam” düşüncesiyle cebinde mi gezdiriyordu, onu hiç çözemedim. Ancak bildiğim bir şey varsa doğru hamle yaptığı… Bugün değilse de yakında, tam da tahmin ettiği gibi onu eve alan Hakan olacak gibi geliyor bana.

Seyfi’den söz ederken söylemeden geçmeyeyim. Karısıyla kapının eşiğinde konuşurken oynadığı rolü bize adım adım sezdiren hatta bir ara parmaklarının hareketine kadar zoom yapıp sahneyi inanılmaz gerçekçi kılan Devrim Yalçın hikâyeciliğine, bir kez daha hayran oldum.

Bu arada hikâyesini en çok merak ettiğim kişilerden biri de Vural… Sessiz sözsüz ama çok ilginç bir tipleme… Bana sıradan bir meczup gibi gelmiyor, onun bir art öyküsü var diye düşünüyorum ve Kaan Küçük’ün çok başarıyla çizdiği Vural’ın bir detay olmaktan çıkıp enteresan bir kimliğe bürünmesini bekliyorum.

Tanıtımdan anladığım haftaya da Hakan’ı zor hem de çok zor günlerin beklediği… ( Bitmedi çocuğun çilesi, kardeşim!) Yüzü epey bir müddet daha gülmeyecek anlaşılan ama bazen mutluluğun diyetini peşin ödemek gerekiyor. Sanırım, bu da Hakan’ın yaşam sınavı…

Yiğit Cem Üzümoğlu, dramı yüksek sahnelerde çok başarılı işler çıkarıyor. İzlemesi keyifli olacak diye düşünüyorum.

Emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.

 

 

 

 

 

 

Exit mobile version